BozcaadaHABER - Mobil


Biz Adalı Kadınlar

Tarih: 05-04-2015 18:13
4702 Okunma

İnadına insan, inadına görünür olmalıyız!

 

Bu ay aynı zamanda ‘Emekçi Kadınlar Günü’nü içeriyor. Yani 8 Mart. Ada hep konuştuğumuz gibi kadınlar adası değil mi? Adada doğan kadınlar veya yaşamayı seçmiş olanlar, belki adada olmak fikrini benimsemeyen ancak kendi veya eşinin görevi nedeniyle buradaki kadınlar. Hizmet sektöründe çalışmak için bir süreliğine gelen kadınlar. Adalı biriyle evlendiği için adalı olanlar. Yeni bir yaşam kurma kararının sonunda adaya ulaşanlar. Kalan ömrünü bir adada yaşamak isteyen kadınlar.

 

Ne çok sebeple buradayız değil mi? Evli olanlar, yalnız yaşayanlar. Her yaş grubundan. 20’den başlayıp, 70’e kadar… Ev hanımından doktoruna farklı meslek gruplarından kadınlar.

Bu küçücük kara parçasında nasıl da çeşitliyiz değil mi? Üstelik 2013 TÜİK nüfus verilerine bakarsak 1494 erkek ve 1260 kadın (0-90 yaş) bir arada yaşıyoruz ve çoğunluğu 20-60 yaş arası oluşturuyor.

 

KADINLAR KIŞIN NEREDE?

Yaz bir koşturmacayla geçtikten sonra, kış geldiğinde evlerimize çekiliyoruz. Arkadaş gruplarımız, küçük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Yaza hazırlıklar yapmak, bir araya gelip oyun oynamak, evlerde kahve sohbetleri yapmak, günler... Yukarıda neredeyse eşit görünen sayıdaki kadın ve erkeği sosyal hayatın içinde bir arada görebiliyor muyuz?

 

Yaz aylarında herkesin ortak mekânı Çınaraltı Cafe'mizin kapalı mekânında kadın görmek mümkün mü? Ya da bir restoranda yemek yiyen iki kadına rastlamak? Neden peki? Neden yaz aylarını sokakta geçiren, parasını kazanan, iletişimde bu kadar başarılı adalı kadınlarımız kışın hayattan çekiliyor, hatta saklanıyor? Sokakta olmak sadece işimizin bir parçası mı? Peki, biz ‘adalı’ kadınların adadaki sıkıntıları neler? Ne olursa daha rahat olacağız? Kadın arkadaşlarımı duyar gibi oluyorum. Fakat benim herkes adına ada kadınları için taleplerim var!

 

Biz kadınlar, öncelikle cinsiyetimizle değil, insanlığımızla anılmak istiyoruz. Çünkü özellikle adada her işi birlikte yapıyoruz zaten öyle değil mi? Biz kadınlar, namus kavramının sadece kadına ait bir kavram olmaktan çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Biz kadınlar, bağlarda erkek işçilerden daha az çalışmıyoruz, dolayısıyla eşit işe eşit ücret talebimiz var. Biz kadınlar, çalıştığımız iş yerlerinde konaklama için kadın erkek bir arada kalmak istemiyoruz. Çünkü özel alan isteyen özel günlerimiz var. Bedensel ihtiyaçlarımızı giderecek alanlarımız ayrı olmalı. Sahi adamızda bir hamam niye yok? Biz kadınlar bize, “sen yapamazsın, eve gir, saat kaç oldu” gibi soruların sorulmasını istemiyoruz, kendi kararlarımızı alabilecek yaşta ve akıldayız çünkü. Çocuklarımızı eşlerimizle beraber büyütmek istiyoruz. Anne baba sorumluluğu eşit olursa sağlıklı çocuklar yetiştireceğimizi biliyoruz. Yaz aylarında turizm sektörüne hizmet verirken çocuklarımızı bırakacak kreş hakkının olması gerektiğini biliyoruz ve bunun bir kural olmasını istiyoruz. Biz kadınlar, bedensel bütünlüğümüze saygı gösterilmesini istiyoruz. Eşler dâhil, kimsenin kölesi değiliz ve şiddetin hiç bir canlıya uygulanmaması gerektiğini biliyor, insanın cinsiyet ve yaş ayrımı olmaksızın şiddetten uzak kalması gerektiğini düşünüyoruz. Kadına uygulanan her tür şiddetin aslında şiddet uygulayanın aczi ve hastalığı olduğunu biliyoruz. Nerede çalışacağımıza, gece mi gündüz mü çalışacağımıza, ne kadar ücret alacağımıza kendimiz karar vermek istiyoruz.

 

ŞİDDET SADECE DAYAK DEĞİLDİR!

Çok uzayabilir bu liste. Fakat yerimiz sınırlı. Eşitlik gündelik hayatta başlar. Sıradan günler içinde, eşimiz dâhil, uygulanan davranışların ne kadar çok şiddet içerdiğini fark edersek o kadar farkında oluruz hayatın. Kendimizle kurduğumuz ilişki, çocuğumuz, eşimiz, arkadaşlarımız, hayvanlar ve doğa arasındaki ilişkide böyledir. Şiddet denen şey sadece dayak, tecavüz, küfür gibi görünür, gösterişli bir sebebe dayanmıyor olabilir.

 

Daha az ücretle çalıştırılıyorsak ya da “sen karışma” denildiğinde yapılan şiddete hayır demezsek, bedenimizin bize ait olduğunu unutursak, çalışmaktan kendimize hiç zaman ayırmıyorsak üzerimizde baskı ve şiddet hissedebiliriz. Bir arkadaşımızla ilgili konuşurken, bir hayvanın arkasından tekme savururken aslında şiddet uyguluyor olabiliyoruz. Her akşam mutlaka çocuklarımızı ve eşimizi doyurmak, evlerimizi temiz tutmak, bahçelerimizi güzelleştirmek, bize hiç zaman kalmadan ve aile bireylerinden yardım almadan yaptığımız işler ise dikkat! Eğer eteğimizin boyu, kahkahamız, renkli pantolonlarımız, dar kotlarımız, dansımız, sigaramız sorgulanıyorsa, kadın ya da erkek, tanıdığımız insanlar gözleriyle, sözleriyle bizi eleştiriyor ya da arzu etmediğimiz davranışlarda bulunuyorsa ve biz daha çok dikkat eder olduysak bu da bir şiddet örneğidir. Bir kadın, bir erkek, bir mahalle, bir semt, bir şehir ya da bir ülke bunu görmezden gelebilir ve biz gittikçe daha sıkışmış hissedebiliriz.

 

O yüzden inadına insan, inadına renkli, inadına görünür olmalıyız. Hayattan çekilirsek, sokaklarda görünmez, korkularımıza, geleneklere ve mahalle baskısı denen "el alem ne der?" kalıbına sıkışırsak yok oluruz. Haklarımızın farkında olmalıyız.

 

Kent Konseyi Kadın Meclisi ile her sorunumuzu görüşümüzü, durumumuzu paylaşıp çözüm aramak için ortak çalışmalara katılmalıyız. Gerekirse hukuki yardım talep edebileceğimizi bilmeliyiz.

 

Bugünün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olmasına sebep olan, Amerika'da, grevdeyken fabrikaya kapatıldığında çıkan yangın sonrası yanan 129 tekstil işçisi kadının anısına, ülkemizde her gün vahşice öldürülen, tecavüze uğrayan,  erkenden evlendirilen, baskı altında olan tüm kadınların hakları adına her günümüze sahip çıkmalıyız. Unutmayalım, geleceği biz kadınlar oluşturuyoruz. Ne kadar farkında olur mücadele edersek, kız ya da erkek çocuklarımız o kadar eşitlikçi olmayı öğrenecekler. Cinsiyetlerini değil, insanlıklarını öğreterek, kim bilir, belki bir şeyleri değiştirebiliriz.

 

Bu köşe yazısı daha önce Mendirek dergimizde yayınlanmıştır.

YORUM YAP

FACEBOOK YORUM YAP


YAZARIN DİĞER YAZILARI